Altın Kalem

GENÇLİĞİ DİNİ DEĞERLERDEN UZAKLAŞTIRAN BATIL AKIMLAR

ABONE OL
Eylül 17, 2022 17:27
Altın Kalem
0

BEĞENDİM

ABONE OL
Netwifi

İslam dini kategorik olarak inanç, ibadet, ahlak ve muamelat olmak üzere dört alandan oluşur. İman alanı temel alan olup, diğerleri bunun üzerine kurulur. Sorunlu bir iman alanı sağlıklı bir ibadet ve ahlak hayatı ortaya koyamaz. Kur’an-ı Kerim’in sıklıkla imana vurgu yapması, hemen her vesile ile uluhiyete dikkat çekmesi; kıyamet, ahiret, hesap, cennet ve cehennem gibi konulara göndermede bulunması bundan dolayıdır. Yüce Allah’ın iman edenlere seslenerek, “Ey müminler, iman ediniz” diye başlayan şu ayeti, iman alanının müminler için her zaman canlı tutulması gerektiğine işaret eder: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Kuran, Nisa, 136).

ankara escort
bahçelievler escort
balgat escort
batıkent escort
beşevler escort
büyükesat escort
çankaya escort
cebeci escort
çukurambar escort
demetevler escort
dikmen escort
elvankent escort
eryaman escort
esat escort
etimesgut escort
etlik escort

Yüce Yaratıcı, yarattığı, akıl ve sorumluluk verdiği insanlar için bir yaşam tarzı seçmiş ve bu hayat tarzına da Din-i Mübin-i İslam denilmiştir.

İnsanların inancı; ibadetler, haram ve helalleriyle günlük hayatlarına şekil verir.  İnancın kişiye yüklediği ahlak tarzı, yaşanılan hayatla uyumlu olmadığında ise kişilerin ruh hallerinde; yıpranmalar, dalgalanmalar, bunalımlar, öfke ve huzursuzlukların görünmesi kaçınılmaz bir hal alacaktır. Zira bu durumda kişi inandığı yaratıcının kendisinden istediği davranışlardan uzak kaldığından vicdanen rahatsızlık hissedecek ve onun bu hali onu inanç ve hayat tarzı arasında gidip gelmesine sebep olacaktır. Bu ruh hali yaratan tarafından şöyle hatırlatılmıştır.

“Kim beni anmaktan yüz çevirirse mutlaka sıkıntılı bir dünya hayatı olacaktır.” (Kuran, Taha, 124)

İnancın köklerinden beslenmeyen yaşam, iş, eş, aş vb. konularla kişileri sarstığında sığınacak dini limanı olmayan birey, dünyevi dertlerle savrulacak, iç dünyasında yaşadığı sorgulamalarla beraber haktan uzaklaşarak, rahatlayacağım umuduyla sebepler dünyasını Hakkın, hakikatin yerine koyacak, hakkı batıl ile karıştıracak ve yaratıcısı ile kendi arasına mesafe koyma yoluna girecektir.

Bu durum eski ümmetlerde de yaşanmış, insanlar inandıkları dini yaşamaz hale geldiğinde Allah (cc), onları uyarmış, iman ve hayatlarının uyumlu olmasını talep etmiştir.

“Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de sınamıştık. Allah, elbette doğru olanları ortaya çıkaracaktır; keza O, yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.” (Kuran, Ankebut, 2)

Zikredilen ayette, geçmiş çağlardaki toplulukların da türlü fitnelerle imtihan edildikleri göz önünde bulundurulursa,  ayetlerin evrenselliği de daha net görülmüş olacaktır. Buna göre iyilikle kötülük, iyilerle kötüler, müminlerle münkirler arasındaki çatışma insanlık tarihinin sadece bir döneminde yaşanıp bitmiş bir olgu değildir; aksine bu “sünnetullah”tır, yani Allah’ın sürüp giden şaşmaz bir yasasıdır. Başlangıcından sonuna kadar dünya hayatı bireyler için olduğu kadar topluluklar için de bir imtihan alanıdır. Nitekim Müslümanlar, ilk zamanlarda olduğu gibi tarihin sonraki dönemlerinde de sıkıntılar yaşamışlar, inançlarını ve kutsal değerlerini yok etme hareketleriyle karşılaşmışlardır. Günümüz Müslümanları da aynı durumu ağır bir şekilde yaşamaktadırlar; tarihin gelecek dönemlerinde de bu tür tehlikelerle karşı karşıya kalabileceklerdir. Şu halde bu ayetler sadece ilk Müslümanları değil, her dönemdeki bütün inançlı insanları, –sadece “inandım” demekle yetinmeyip– kişisel ve toplumsal varlıklarına, değerlerine, hak ve özgürlüklerine, ülkelerine ve bağımsızlıklarına sahip çıkmaya; bu uğurda özveride bulunmaya, zorluklara ve acılara katlanmaya çağırmakta; doğrularla yalancıların, yani gerçekten mümin ve Müslüman olanlarla sözde Müslümanların bu şekilde ortaya çıkacağını, bunların Allah katındaki değerlerinin de bu imtihandaki başarı derecelerine göre belli olacağını ifade etmektedir.

Günümüzde iletişim vasıtalarının gelişerek yayılması farklı inanç ve kültüre sahip toplum ve bireyleri, cep telefonu ve bilgisayarlar vasıtasıyla bir aile yakınlığının ötesine taşımıştır. İnandığı değerlere paralel bir hayat tarzına sahip olmayan ya da dindar olduğunu düşünen ama günlük hayatında, evinde, işinde, dostları arasında Peygamberi ahlaktan uzak olduğu halde kendisinin doğru dürüst, Allah’a sevgili bir kul olduğunu düşünen insanların ve çocuklarının, farklı inanç ve düşünce sistemleri ile karşı karşıya geldiğinde zihnen yıprandıklarını görmekteyiz.

İnsanların dinin inanç ve emirlerinden uzaklaşma sebeplerine baktığımızda;

  1. Dünyevileşmenin,
  2. Bilim ve Dinin Karşıtlığı Algısının,
  3. Temel Dini Bilgilerin Yüzeysel Verilmesinin,
  4. Sapkın İnançlara sahip kimselerin propagandalarının bulunduğunu görmekteyiz.

Bu sebeplerle doğru bilgi ve sağlam bir imandan yoksun olan bazı gençlerimiz, inanç konularında gelgitler yaşayabilmektedir.  Bunlar sebepler arasında iç ve dış etkenlerin etkisiyle dini duyarsızlığa sevk eden “Dünyevileşme”, Batı’nın dünyevileşmiş Hristiyanlığa karşı oluşturduğu bir akım olan ve gençlerimizi de etkileyen “Bilim ve Dinin Karşıt Olduğu Algısı” gibi konular ön plana çıkmaktadır. Dini inanç ve değerlerin içselleştirilmesinde ikna etmenin ötelenmesiyle ortaya çıkan “Baskıya Dayalı Din Eğitimi”, Kur’an Kurslarında ve diğer ilk derece dini eğitim basamaklarında dini inançların temellendirilmesinde eksikliği ifade eden “Temel Dini Bilgilerin Yüzeysel Verilmesi” ve küçük yaşlarda yaşanmış ve çözülememiş travmaların sonraki yıllarda farklı arayışlara sebep olmasıyla ortaya çıkan “Çocukluk Çağı Travmaları” önemli sebepler arasındadır. Kişinin etrafında gelişen ve anlamlandırmada problem yaşadığı “Kötülük Problemi” ile bağlam ve gayesinden uzak değerlendirmeler sonucu ortaya çıkan “Kadının Konumuna Dair Yanlış Değerlendirmeler” özellikle gençlerimizin, camiden, cemaatten, Kuran ve Sünnetten uzaklaşmasına sebep olmaktadır.

Bilgiye, farklı inanç ve kültürlere erişimin son derece kolay olduğu günümüzde geleceğimiz olan gençlerimizi dini inanç ve değerlerden uzaklaştıran birçok sebep bulunmaktadır. Gençliğimizin karşı karşıya kaldığı inanç problemlerinin tespitinin yanında onların sahip oldukları inanç ve değerlere zarar veren nedenlerin ortaya konarak çözüm yollarının aranması, bu nedenlere karşı farkındalığın oluşturulması önemlidir.

Son dönemde gençlerimizin farklı sebeplerle deist fikirlere sahip olduğunun zikredilmesi ve toplumda deist fikirlere sahip gençlerimizin farkında olmadan bu fikirlere sahip olmaları görülmektedir.

Gençlik döneminin çocukluk ve erişkinlik dönemi arasında bir geçiş, bekleme, askıya alış dönemi olduğunu söylemiştir. Kimlik bocalaması farklı yoğunlukta yaşanarak geçer. Ama bazı gençlerde, kimlik bunalımı ağırlaşır, uyum ağır bir şekilde bozulur. Artık söz konusu olan kimlik karmaşasıdır. Bir türlü atlatılamayan bir belirsizlik ve çalkantı sürer gider. Gerçek hiçbir karar veremez, seçim yapamaz. Ve karar verememe ve seçim yapamama, meslekten cinsel kimliğe değin uzanır. Ağır cinsel kuşkular oluşur. Anne babasının, toplumun hatta kendisinin bile beklentilerine ters gelen davranışlar içine girer. Başkaları gibi olmaktan nefret eden genç, onlara benzemek istemez ama ne olmak, kim olmak istediği sorusunun yanıtını da bulamaz. Bu kimlik karmaşası değişik ruhsal sorunlara neden olur.

Dünya ve ukba dengesinin dünya lehine yitirilmesi, Müslüman bireyi derin dindarlıktan uzaklaştırarak yüzeysel ve şekli bir dindarlığa doğru itmektedir. Bireyin kendi menfaatlerini merkeze aldığı bir mantalite de yerilmiştir. Bu tutum, “Sen kendi heva ve hevesini tanrılaştıran birini gördün mü” (Kuran, Furkan, 43) buyrularak yerilmiştir.

İnsanlık tarihi, bencil, sınırsız ve sorumsuz algı ve davranışların yaşattığı acılarla doludur. Bu travmalar, birey ve toplumları deruni dindarlıktan uzaklaştırarak yüzeysel ve şekilci bir dindarlığa doğru itebilmektedir.

Dinin sürekli gündemde olduğu, dini değerlere sürekli atıfta bulunularak dinin daha bir görünür olduğu İslâm toplumlarında kötü ahlakın ve erdemsizliğin tavan yapması son derece düşündürücüdür. Bu sonuç dünyevileşmenin de boyutlarını göstermesi bakımından düşündürücüdür.

Bilim ve Dinin Karşıtlığı Algısı

Bilim ve dinin karşıtlığı algısının temelinde dinin dogmatik; bilimin ise gelişime ve yeniliğe kapı aralayan bir yapıya sahip olduğu düşüncesi yatmaktadır. Din bilim tartışması Ortaçağ Avrupasında gündeme gelmiş, sorumlu olarak Hristiyan din adamlarının tavrı gösterilmiştir. Kilise ve alimler arasında yaşanan hadisenin din ve bilim ilişkisine bakan yönünün yanlış din ve yanlış bilim algısından kaynaklı tartışma olduğu açıktır. Hristiyanlığın söz konusu bilim karşıtlığı, batıda ciddi bir tepkiye yol açmıştır. Bu düşünürlere göre din, insanı uyuşturan bir afyondur.

Batı’nın yaşadığı bu sürecin bir benzeri bizde de yaşanmaya başlamış ve batılı bazı bilim adamlarının Hristiyanlığa karşı yaptıkları manifesto ve reddiyeleri okuyan bir kısım genç, söz konusu dine yapılan eleştirilerin, aynı zamanda İslam’a da yönelik olduğu algısına kapılarak, dini eleştirmeye başlamışlardır. Burada en büyük sorun, İslâmiyet’in, Hristiyanlık ile eş tutulması olmuştur. Oysaki Kur’an, bilgiye erişmeyi, aklı kullanmayı ve düşünmeyi pek çok ayette emreder.

“Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şimdi şu alevli cehennemin mahkumları arasında olmazdık!” derler.”  (Kuran, Mülk,10).

Kuran aklı kullanmamanın cehenneme gitmeye bir sebep olduğunu haber verir.

Yeryüzünde dolaşmayı ve yaratılışın nasıl olduğuna bakılmasını emreden ayet bilgiyi oluşturmayı ve onun verilerini kullanmayı salıklar. Yine Kur’an’daki birçok ayet, dikkatlerimizi Evren’e ve onun yaratılışına çekmektedir.

“(Resulüm!) De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir; Allah her şeye kadirdir.” (Kuran, Ankebut, 20)

Bilimin üstünlüğünü, güzelliğini göstermek için dini kötülemenin, onu “gerici”, “dogmacı”, “ilerlemenin ve aydınlığın önündeki engel”, “beyinleri uyuşturan afyon” vb. türden nitelemelerle etiketlemenin, tarihsel ve toplumsal gerçeklikler açısından “İslam” söz konusu olduğunda hiç de sağduyulu, nesnel ve bilimsel bir yaklaşım olmadığı görülmektedir.

İslam, insanları gerçeğe, hakikate ve tevhide çağırmanın yanında tevhid inancının hayata yansımasını ve bu inancın muhafazasını gaye edinir.

İlk emri “oku” olan ve akletmeyi emreden bir dinin müntesiplerinden talebi nakle ve akla mutabık bütün yönleriyle hayatla iç içe olan ve içselleştirilmiş bir imana sahip olmaktır. Bunun önündeki engellerin tespit edilmesi ve giderilmesi, her iki alemde huzurlu birey ve toplumun oluşmasında gereklidir.

 

İslam dini, hükümlerin apaçık olması ile ortada iken, buna rağmen büyücü ve medyumların peşinden gitmek, fal baktırıp, geleceğin görünmeyen karanlık yüzüne taş atmak, sahte peygamberlerin sözlerine kanarak, güneş gibi hakikatlere arkasını dönerek, rüyalarla, hayali menkıbelerle kendini avutmak, bilimi oluşturan, “sünnetullah” dediğimiz, gerek evrende gerekse insanın kendi bedeninde sistematik İlahi kuralların bulunduğu bir kainatla beraber yaşadığımız halde, rastlantıdan, tesadüften bahsedecek kadar aklı ötelemek, bu toplumda yaşayan hiçbir ferde yakışmayacak inanç ve davranışlardır.

İnanmak nasıl fıtri ise, insanı doğrudan uzaklaştıran heva, nefis ve kötü ortam da bir hakikattir. Bu da bir imtihanın bir gereğidir. Allah’ın ilk insan ile birlikte pek çok peygamber gönderip Hz. Muhammed ile bunu tamamlaması ve Kur’an’ı kıyamete kadar baki kılması, bu imtihanda imanın zayi edilmemesi için ilahi bir korumadır. Müslümana düşen zayıf noktaları tespit ederek şüphelerin giderilmesine gayret etmektir.

 

 

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.