Mehmet Demir

Mehmet Demir

24 Ocak 2023 Salı

    KAZA VE KADER MESELESİ

    KAZA VE KADER MESELESİ
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

     

    Sözlükte ölçü, miktar, bir şeyi belirli bir ölçüyle yapmak ve belirlemek anlamlarına gelen kader;  Allah’ın, ezelden ebede olacak şeylerin zamanını, yerini, özelliklerini, niteliklerini ve nasıl olacaklarını ezeli ilmiyle önceden bilip takdir etmesi demektir. Buna göre kader, Allah’ın ilim sıfatıyla ilgilidir.

    Sözlükte hüküm, emir, işi bitirme ve yaratma gibi anlamlara gelen kaza ise; Cenab-ı Hakk’ın ezeli ilmiyle takdir buyurduğu şeylerin sırası geldiğinde, onları, o takdire uygun bir biçimde meydana getirmesini irade edip yaratması demektir. Bu tariften da anlaşılacağı üzere kaza, Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarıyla ilgili bulunmaktadır.

    Kader, İslam dininde iman edilmesi farz olan esaslardan biridir. Kadere iman, Allah’a iman etmenin bir gereğidir. Bu bakımdan, Allah’a ve sıfatlarına inanan bir insan, kadere de inanmış olur. Kısacası kader, her yönüyle tevhit inancına dayanmaktadır. Dolayısıyla kaza ve kadere inanmak, iman ve küfür, sevap ve günah, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız, kısacası hayır ve şer… hepsinin, Allah’ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna ve ondan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir.

    Kaza ve kader, Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarıyla irtibatlı oldukları için, söz konusu dört sıfatın anlamlarını bilmek gerekir.

    İlim: Gerçeğe uygun olan kesin bilgi, inanç; akıl ve duyuların alanına giren her şeyin tanınmasını sağlayan bir sıfattır. Allah’ın subuti sıfatlarından birisi olan ilim, Yüce Allah’ın olmuşu, olanı, olacağı, gizliyi, açığı, kısaca her şeyi, bütün nitelik ve özellikleri ile bilmesi demektir.

    Allah’ın sınırsız ilmi, Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır:

    “Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte

    hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”

    İrade: Bir şeyi yapma veya yapmama gücüne sahip olan hayat sahibinin bu iki şıktan birine kendi isteğiyle hükmetmesi, seçmesi, ya da düşüncenin ortaya koyduğu bir gayeye doğru yönelmesi demektir. Bu tarif, Allah’ın ve kulun iradesini kapsamaktadır. Cenab-ı Hakk’ın iradesine “külli irade”, kulun iradesine ise “cüzi irade” denir. Allah’ın, dilediğini, dilediği anda ve dilediği şekilde yapması demektir. Kur’an, Allah’ın bu sıfatını “Allah dilediğini yaratır.”

    ayetiyle açıklar.

    Allah’ın irade sıfatını anlatan şu ayeti de dikkatle okumak gerekir:

    “Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir. Hikmet sahibidir.”

    Kudret: Allah’ın subuti sıfatlarından biri olan kudret, Allah’ın sonsuz güç sahibi olması ve bütün yaratılmışlara, ezeli takdire uygun olarak tesir edip tasarrufta bulunması demektir. O’nun kudretinin yetmeyeceği hiçbir şey yoktur. Çünkü kudretinin zıddı olan acz, Allah hakkında düşünülemez. Allah’ın bir şeye “ol !” demesi ile, o şey hemen var olur. Yok olmasını istediği şey de, anında yok olur. Allah için “imkansız” diye bir şey yoktur. Mutlak manada kadir, yalnız

    O’dur. Yaratıkların kudreti, Allah’ın verdiği nispette ve O’nun izni ile kullanılabilen sınırlı bir kuvvettir.

    Allah’ın kadir ismi, Kur’an’da ölçen, biçen, biçim veren, takdir eden, programlayan anlamlarında kullanılmaktadır:

    “Ölçtük, biçtik. Ne güzel biçim vereniz biz.” ayeti, buna örnektir. Gökleri, yerleri, nehirleri, dağları, geceyi, gündüzü, ayı, güneşi… yani, bütün varlıkları düzene koyan, görevlerini programlayan Allah’tır.”… (O,) her şeyi yaratmış, ona düzen vermiş, mukadderatını (yeteneklerini, özelliklerini, görevlerini) tayin etmiştir.” ayetleri, Allah’ın kudret sıfatını anlatmaktadır.

    Tekvin: Allah’ın sübuti sıfatlarındandır. Mümkinata taalluk eden ve ilahi iradeye uygun olarak icad ile tesirde bulunan bir sıfattır. Bu duruma göre tekvin, ilim, kudret ve irade sıfatlarından farklıdır. Bir şeyin olmasını veya olmamasını aklın “olabilir” (mümkün) diye karşıladığı şeylerle ilgili bir sıfattır.

    İnsan fiilleri ve kaderle ilgisi: Her şey, Allah’ın izni, dilemesi ve yaratmasıyla var olduğu gibi, insanların mümin veya kafir olması; herhangi birisinin malına, canına, evladına, maddi veya manevi, sözlü veya fiili, hoşuna gidecek veya gitmeyecek, iyi ya da kötü bir şeyin gelmesi; acı bir hadise, bela, felaket ve musibetin dokunması gibi olayların hepsi kaderde vardır ve hepsinin, ancak Allah’ın izni, dilemesi ve yaratmasıyla olduğunu,

    “Yeryüzünde kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.” anlamındaki ayet, açıkça beyan etmektedir.

    İnsan iradesi ve sorumluluğu: Yüce Allah, insanlara özel bir güç, kuvvet ve irade vermiştir, insan, doğuştan hürdür, iradesini dilediği gibi kullanabilmektedir. Allah’a iman edebileceği gibi, O’nu inkar da edebilmektedir. İyi işler yapabileceği gibi, çok fena fiiller de işleyebilir. Çünkü insan, denenmektedir. Yüce Allah bu hususu şöyle açıklamaktadır:

    “İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye, şüphesiz yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık.”

    Bunun için insan serbest bırakılmıştır; o, iyi veya kötü ne isterse yapabilir, Allah, ona mani olmaz, izin verir. Bu gerçek,

    “De ki: Hak Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin.” şeklinde açıklanmaktadır. Eğer izin vermezse, insan herhangi bir iş yapmaz. Kâinat ve insan, bütünüyle Allah’ın iradesi ve tasarrufu altındadır. O’nun izni olmadan, hiçbir varlık, kendi başına bir iş yapamaz. Buna göre insan, hayır veya şer, neyi isterse, Allah onu yaratır. İnsanın işte bu isteği, sorumluluğunun esasını oluşturur. Bunun sonucu olarak insanın yaptığı iyilikler kendi yararına,

    kötülükler de yine kendi zararına olur. Allah, kullarının hakkını asla zayi etmez. Kimseyi yapmadığı veya irade etmediği işlerden, sorumlu tutmaz, cezalandırmaz. Bir ayette;

    “Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.” buyurulmakta ve Allah’ın zulümden münezzeh olduğu bildirilmektedir.

    Kaza ve kaderin, tevekkül, rızık, hidayet ve dalalet ile ilgisi vardır. Bu kavramların kısaca bir açıklaması ise, şöyledir:

    Tevekkül: Sözlükte dayanma, güvenme, vekil tutma anlamlarına gelen tevekkül; gerekli çalışmaları yapıp sebeplerini bir araya getirdikten sonra, istenilen sonucun alınması hususunda Allah’a güvenmek, teslim olmak ve sonucu O’na havale etmek demektir. Kur’an-ı Kerim’de, Allah’a tevekkül edilmesi istenmekte, “Mü’minler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” buyurulmaktadır.

    Allah’a tevekkül: Allah’ın yardımını isteme, O’nun adaletine, kimsenin hakkını ve emeğini zayi etmeyeceğine, salih amellerin sevabını vereceğine, duaları kabul edeceğine inanma ve güvenme demektir. Allah’a tevekkül etmenin şartı, yapmak istediği iş için gerekli kurallara uyarak çalışmak, sonucu da Allah’a havale etmektir, insan, öncelikle yapacağı bir işin kurallarını araştırıp öğrendikten sonra, emek verecek, sabırlı olacak ve başarılı olmasını da Allah’tan isteyecektir. Çünkü, başarıya ulaştırmak, Allah’a aittir. İşte “Allah’a tevekkül” etmenin gerçek anlamı budur. Bu husus, Kur’an’da şöyle açıklanmaktadır:

    “İman edip salih amel işleyenler var ya, onları içinde ırmaklar akan ve içinde ebedi kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükafatı ne güzeldir. Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.”

    “Allah’a tevekkül edene, Allah yeter.”

    Ecel: Sözlükte vakit, belirlenmiş bir zaman veya bir müddetin sonu gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise ecel, Allah tarafından her canlı için önceden takdir edilen hayat süresi ve bu sürenin sonu olan ölüm vakti demektir. “Ecel”in ölüm ve belirli bir süre anlamına geldiği ise, ayetlerde,

    “Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilir, ne de öne geçebilir.”

    “Şüphesiz, Allah’ın belirlediği vakit gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz.” şeklinde açıklanmaktadır.

    Rızık: Sözlükte nasip, pay ve şans anlamına gelen rızık, maddî ihtiyaç için gerekli olan nimet, insanın yararlanabileceği her türlü mal ve varlık diye de tarif edilmiştir. Allah’ın maddî ve manevi yönden insana sayılamayacak kadar nimetler verdiği, ayette şöyle açıklanmaktadır: “Allah’ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”

    Ehl-i Sünnet alimleri, rızkı, “yararlanılmak üzere, Allah’ın canlılara verdiği şey” diye tarif eder ve “ondan, insan faydalanırsa (yerse) kendisine rızık olur” derler. Helal veya haram olması, onun rızık olmasına engel değildir. Allah’ın rızkı, dilediğine ölçü ile vermesi, kısması, Kur’an’da şöyle açıklanmaktadır: “Allah dilediğine rızkı açar, bol verir, dilediğinden kısar, az verir…”

    Hidayet: Sözlükte yol gösterme, doğru yola iletme ve gerçeğe ulaştırma anlamına gelen hidayet, Allah’ın kitap ve peygamberleri vasıtasıyla insanlara doğru yolu göstermesi ve onları bu yola ulaştırması demektir. Daha çok insan filleri açısından değerlendirilen hidayet için Allah’ın, peygamber ve kitap göndermesini selef alimleri yeterli görmekle beraber, insanın gerçeğe ulaşmasını sağlayan ilahi iradenin, onu hidayete muvaffak kılması ve ilhamı kalbinde yaratıp, hayrı kolaylaştırmasıdır şeklinde açıklamışlardır. Bir ayette,                                                                                                                                  “Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” buyurulmakta ve insanın hidayete erme işinin, iradesini o yönde kullanmasıyla birlikte gerçekleştiği bildirilmektedir.

    Dalalet: Sözlükte gizleme, kaybolma, sapma, unutma ve doğru yolu bulamama gibi anlamlara gelen dalalet, hidayet kavramının zıddıdır. Bilerek veya bilmeyerek doğru yoldan sapma demektir. Dalalet, Kur’an’ın bir ayetinde şöyle yer almaktadır:

    “İşte onlar hidayete karşılık, dalâlet satın alanlardır.”

    “Bize doğru yolu göster, kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil.”

    Kur’an’da, Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmamak, Allah’a şirk koşmak,  zulüm yapmak gibi davranışlar, sapma olarak ifade edilmiştir. Allah’ın insanları saptırması, onların fiillerini kendi iradeleri doğrultusunda yaratması anlamındadır.

    Dolayısıyla, insanların dalaletinde Allah’ın herhangi bir zorlama ve baskısı yoktur. Çünkü Allah, olmuş ve olacak her şeyi bilir. Hidayet ve dalaletten her biri kulların seçimiyle takdir edilip kazanılmış, ilahi kaza ve kaderle de yaratılmıştır.

    Sonuç olarak; ; içinde yaşadığımız bu alem henüz yokken, zaman ve mekandan münezzeh olan Yüce Allah’ın, ezelden ebede yaratmasını irade buyurduğu her şeyi yoktan var etmesi, düzen vermesi, bu düzeni koruması; yaratılan her şeyin zamanını, yerini ve ölçülerini belirlemesi, biçimlendirmesi, tertip ve takdir etmesi anlamında bir ilahi kanundur. O’nun ilmi, zamanı, mekanı ve her şeyi kuşatır. O, her şeyi, istediği anda yaratma gücüne sahiptir. Kudretine engel hiçbir şey yoktur. Hayatı ve ölümü yaratan, bilmediklerimizi bilen, görmediklerimizi gören, bütün sesleri ve duaları işitip kabul eden, kudretine hiçbir şey ağır gelmeyen, yapamadıklarımızı yapan, her canlıya en elverişli organları var edendir. Canlıların rızkını veren, insanı dünyanın en mükemmel varlığı olarak yaratıp sınamak için bu dünyaya gönderen, varlıkları insanın hizmetine veren O’dur. Aynı zamanda canlıların varlıklarını sürdürmeleri için gereken ihtiyaçlarını düzenli bir biçimde karşılayan ve nihayet bu dünyayı, adına “Kıyamet” denilen ölümle sona erdirecek olan, arkasından tüm insanları hesap için mahşerde toplayıp, durumlarına göre onları, cennet veya cehennemde devam edecek olan ebedi hayata sevk edecek olan Allah’tır, işte kader, bilemediğimiz her şeyi içine alan

    sırlarla dolu, bu ilâhî tecelliler için kullanılan bir unvandır. Allah’a ait olan bu sırlarla dolu tecellileri, zaman ve mekanla sınırlı bilgi ve aklımızla anlayıp kavramamız, çözümlememiz, elbette mümkün değildir. Çünkü biz, her şeyimizle kaderin içindeyiz. Bütün alemleri kuşatan, gözümüzün önünde, hatta kendi vücudumuzda işleyen kaderin

    sırrını, Allah’a havale etmek gerekir. Öyle ise biz, kaderin Allah’a ait bir sır olan tarafıyla değil, sadece kendi fiillerimizle ilgili olanına bakmalı ve onların hayır mı, şer mi olduğunu anlamaya çalışmalıyız.

     

     

    Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.