Ahmet Çetin

Ahmet Çetin

31 Ocak 2023 Salı

    EGZOTİK YAĞLAR

    EGZOTİK YAĞLAR
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Kakao Yağı (Cocoa Butter), kakao çekirdeklerinden elde edilen bitkisel yağdır. Palmitik ve stearik asitler gibi yüksek oranda doymuş yağ asidi oranı nedeniyle oda sıcaklığında katı hale gelmektedir. Fizikokimyasal değerleri nedeniyle, kakao yağı çikolata, kozmetik, eczacılık ürünlerinin üretiminde kullanılır. Ancak kakao yağına olan talebin artmasıyla birlikte, fiyatı artmakta ve dolayısıyla üreticiler aynı işlevi görecek alternatif yağlara ihtiyaç duymaktadır. Bu sorunları çözmek için kakao yağına benzer bitkisel yağ formülasyonları üzerinde araştırmalar yapılmıştır. Mango, shea, sal, kokum, illipe ve/veya karışım yağları Fraksiyone, hidrojene veya interesterifiye edilerek bu kapsamdaki alternatif yağlar üretilmektedir. Bunlar Kakao Yağı Muadiller (CBR), kakao yağı eşdeğerleri (CBE) ve kakao yağı ikame ediciler (CBS) olarak adlandırılmaktadır.

    Kakao yağı,kakao tozu ve kakao likörü uzun vadede maliyet anlamında tüm kullanıcıları zorlamaya devam edecektir.
    Yukarıda yer alan grafik, son 5 yıl içerisinde kakao çekirdek borsasının hareketini gösteriyor. Ne kadar keskin inişler ve çıkışlar olduğu net görülüyor.Arz/talep dengesi dahilinde işleyen bir piyasada bu şekilde dramatik hareketler oluşmaz. Kısaca söylemek gerekirse;kakao çekirdek borsası, yatırımcılar için bir spekülasyon noktasıdır ve kabaca toplam alıcıların %25’i bu spekülatörlerden(Fiili alım yapmıyorlar) oluşuyor. Diğer kazanç enstrümanlarından ( faiz,bono,tahvil vb.) tatmin edici bir kar elde edemedikleri takdirde,yatırımlarının çoğunu kakao çekirdek borsasına getirip,fiyatı olmadık noktalara çıkarabiliyorlar.Normal koşullarda da, bu spekülatörler kakao çekirdek borsasında daima pozisyon alıyorlar.Bundan sebep, her an ciddi bir risk barındırıyor. Tüm dünya kakao türevlerine alternatif arayışı içerisinde(özellikle Avrupa ) ve yukarıda kısaca anlattığım vaziyet gösteriyor ki bu arayışlarında haksızda sayılmazlar.

    Egzotik yağlar

    Bu noktada kakao yağı kullanıcılarının imdadına egzotik yağlar yetişiyor.Hiç bir yağ kakao yağıyla aynı bileşime tek başına sahip olmamasına karşın aynı gliseritleri ayrı ayrı içeren yağlar bulunmaktadır. Özellikle shea,sal,kokum,mango ve illipe kakao yağına alternatif oluşturabilecek yağlar olarak ön plana çıkıyor.Örneğin hurma (palm) yağı POP içerir ve bu trigliserit diğerlerinden fraksiyonlama ile ayrılabilir.Shea ve sal yağları StOSt içerir.İllipe yağı ise genellikle POSt içerir. Bu yağları uygun oranlarda karıştırmak suretiyle ihtiyaca göre farklı kakao yağı alternatifleri üretilebilir.
    Kakao Yağı Eşdeğeri (Cocoa Butter Equivalent )
    Cocoa Butter Equivalent yağları “Non Lauric” bazlı yağlardır.Genellikle Shea Yağı, Palm Yağı, İllipe Yağı, Kokum Yağı veya Mango yağlarından elde edilmektedir.Erime profili Kakao Yağı ile eşdeğerdir ve kullanımı maliyet avantajı sağlar.
    Kakao Yağı Muadili (Cocoa Butter Substitute )
    Cocoa Butter Substitues yağları “Lauric” bazlı yağlardan oluşmaktadır.Lauric yağlar Palm Çekirdeği ve Hindistan Cevizi’nden elde edilmektedir.
    Kakao Yağı İkame (Cocoa Butter Replacer)
    Cocoa Butter Replacer yağları “Non Lauric” bazlı yağlardır.Genellikle Palm Yağı, Soya Yağı veya Rapeseed Yağından elde edilmektedir.
    Kakao Yağı İyileştirici (Cocoa Butter Improver)
    Cocoa Butter Improver yağları “Non Lauric” bazlı yağlardır.Genellikle Shea Yağı, Palm Yağı, İllipe Yağı, Kokum Yağı veya Mango yağlarından elde edilmektedir.Kakao yağından daha sert bir yağdır (erime sıcaklığı daha yüksektir) ve kullanımı maliyet avantajı sağlar. Isıya dayanıklılığı arttırır.

    Her ne kadar kakao yağına alternatif oluşturulmuş gibi gözükse de, hala mevzu bahis tropikal yağ tedarik süreçlerinin sürdürülebilirliği tartışma konusu. Zira sal,kokum,mango ve illipe özelinde henüz arz kanadının yeterli seviyede olmadığını düşünüyorum.Bu yüzden kakao yağı talebini bir anda düşürecek bir operasyon ağı henüz yok ama ilerisi için umut vadediyor.Bu tropikal yağlar, kakao yağına alternatif olmasının yanı sıra, kozmetik sanayisi için de büyük önem taşıyor. Diğer tropikal yağlara oranla, hem maliyetinin uygun olması hem de tedarik sürecinin daha sağlıklı ve sürdürülebilirliği bakımından shea yağı bir adım öne çıkıyor.Halihazırda kozmetik ve sabun sanayinde yaygın olarak kullanılan shea yağına yönelik talebin artacağı öngörüsü hakim.

    Kozmetik sanayisi için Shea yağı
    Özellikle son yıllarda cilt bakım ürünlerinde sıklıkla karşımıza çıkan shea yağı aslında hayatın pek çok alanında kullanılan doğal bitkisel bir yağ. Doğal yağlar vücudun ihtiyaç duyduğu vitamin ve mineralleri sağlaması nedeni ile oldukça önemli. Günümüzün en popüler bitkisel yağlarından olan bu yağ hem doğal cilt hem de saç ürünlerinde sıklıkla kullanılıyor.

    ● Shea Yağı, cildi besleyerek berraklığını artıran ve kuruluk, lekeler, koyu lekeler, renk değişimleri, çatlaklar ve kırışıklıklar gibi sorunları gözenekleri tıkamadan çözen bir “cilt süper gıdası” olarak bilinir.
    ● Saçta kullanılan Shea Yağı, kökten uca nemlendirir ve besler, kuruluk ve kırılganlığa karşı korur, hasarları ve koşulları yapışkan bir kalıntı bırakmadan onarır.
    ● Masajlarda kullanılan Shea Yağı, cilt elastikiyetini ve esnekliğini destekler, kolajen üretimini artırır ve cilt hücrelerinin yenilenmesini desteklerken dolaşımı artırır. Eklem ağrısını ve romatizmayı hafifletebilir, ağrıyı hafifletebilir ve çatlakları azaltabilir.
    ● Tıbbi olarak kullanılan Shea Yağı, cildi tahriş eden ve akneye neden olan bakterilerin ciltte kalmasını engeller, burun tıkanıklığını giderir ve cildi sert çevresel etkenlerden koruyan bir bariyer oluştururken yara iyileşmesini kolaylaştırır.

    Bitkisel olması en önemli özelliği konumunda. Hayatımızın her aşamasını zaptetmiş kimyasallardan arınmak için çok iyi bir tercih olarak ön plana çıkıyor. Önümüzdeki süreçte shea yağını daha çok duyacaksınız.

    EGZOTİK YAĞLAR EGZOTİK YAĞLAR

    Devamını Oku

    ÜRETİMİ ÇEŞİTLENDİRMEK

    ÜRETİMİ  ÇEŞİTLENDİRMEK
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    ASPİR
    Yalancı safran, Amerikan safranı ve boyacı safranı gibi isimlerle de bilinen, tek yıllık, geniş yapraklı, sarı, kırmızı, turuncu, beyaz ve krem renklerinde çiçeklere sahip, dikenli ve dikensiz tipleri olan, kurağa dayanıklı ve ortalama yağ oranı % 30-50 arasında değişebilen bir yağ bitkisi olan aspir, Güney Asya orijinli olduğu, ilk olarak Asya kıtasının güneyinde, Ortadoğu bölgesinde ve Akdeniz ülkelerinde ekildiği bilinmekte ve tüm dünyaya buradan yayılmış olabileceği kabul edilmektedir. Hatta, milattan önce ekildiği bilinen ve yaklaşık 3500 yıl önce Mısırda ekilmesi nedeniyle, bu bitkinin buradan yayıldığı da kabul edilmektedir.Neredeyse, tarih öncesi zamanlardan beri, Çin, Japonya, Hindistan, Mısır ve İran’da tarımının yapıldığı bildirilmektedir. Orta Çağ döneminde İtalya, Fransa ve İspanya’da tarımı yapılmış, Amerika kıtasının keşfinden hemen sonra da, İspanyollar tarafından önce Meksika’ya, daha sonraları oradan da Venezuella ve Kolombiya’ya götürülmüştür. A.B.D’ ye girişi ise, 1925 yılında Akdeniz ülkelerinden olmuştur.Adı geçen bu ülkelerde, önceleri tıbbi amaçlarla ve çiçeğindeki boya maddesinin gıda ve kumaş boyacılığında kullanılması amacıyla yetiştirilmiş, daha sonraları ise, tohumundaki yağı için yetiştirilmeye başlanmıştır.Gıda ve sağlık sektörünün neredeyse her aşamasında kullanılmasının yanı sıra,Etiyopya’da fitfit adında içki bile üretmişlerdir.
    Tohumlarından elde edilen yağ, yemeklik olarak kullanılmaktadır ve kalitelidir. İnsan sağlığı açısından önemli olan toplam doymamış yağ asitleri oranı çok yüksektir. Bu oran % 90-93 civarındadır (Ayçiçeğinde bu oran % 86 dır). Son yıllarda Oleik asit (Omega 9) oranı yüksek tipler üzerinde de çalışmalar hızlanmıştır. Günümüzde, oleik yağ asidi oranı % 85 civarında olan çeşitler de geliştirilmiştir. Zeytinyağındaki oleik yağ asidi oranının % 56-83 arasında olduğunu düşünürsek, oleik tipteki aspir yağının beslenme açısından en az zeytin yağına eşdeğer olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Diğer yağ bitkilerinde de olduğu gibi, aspir bitkisinden elde edilen yağ da (özellikle Oleik tipte olanlar) biyodizel yapımında kullanılabilmektedir.

    KANOLA ( KOLZA )
    Bitkisel yağ kaynağı olarak kullanılan kanola, yağlı tohumlar arasında en yaygın üretilen üçüncü bitkidir.Genel itibariyle yenilebilir bitkisel yağ olarak, hayvan yemi olarak ya da biyodizel hammaddesi olarak kullanılabilmektedir. Kolza ürününün yağında insan sağlığına zararlı Erusik asit, küspesinde de hayvan sağlığına zararlı Glukosinolat bulunması nedeniyle 1979 yılında ekimi yasaklanmıştır.
    Kolza’da erusik asit ve glukosinolat ihtiva etmeyen çeşitler araştırmalar sonucu geliştirilmiştir. Bu çeşitler ilk önce Kanada’da ıslah edilmesi nedeniyle kanola adı verilmiştir.Kanada ve Avrupa ülkelerinde ıslah edilmiş erüsik asitsiz, yağ ve protein oranı yüksek yeni kolza çeşitleri kanola ismiyle ekilmektedir. Kanola çeşitlerinden elde edilen bitkisel yağ besin değeri ve içeriği bakımından zeytinyağı ve yerfıstığı yağının kalitesine yakın olup, dünya kanola üretiminin önemli bir kısmı insan beslenmesinde kullanılmaktadır Kanola tohumlarında yağ çıkarıldıktan sonra geriye kalan küspe değerli bir hayvan yemidir. Küspesinde %38-40 protein bulunduğundan soya küspesi ile karıştırılıp hayvan yemi olarak kullanılabilmektedir. Kanola arıları cezbeden sarı çiçeklere bol miktarda sahip olduğundan arıcılar içinde değerli bir bitkidir.

    TÜRKİYE
    Ülkemizde bu iki çeşidin önemli olduğuna dair birçok açıklama okudum.Deneme yapılan alanlar var,tohum dağıtılan bölgeler var,sözleşmeli ektirilen yerler var ama son tahlilde üretim miktarında ivme kazanmış bir artış söz konusu değil.
    Ülkemizde yıllık 3 milyon ton olan bitkisel yağ ihtiyacının ancak 1,5 milyon tonu üretilebilmekte olup, ortaya çıkan yağ açığı ise ithalat yoluyla karşılanmaktadır. Yağ açığımızın yüksek olmasından ötürü, yıllık fiyat değişimlerinin keskin ve derin olması içten bile değil. Bu sağlıksız duruma önlem almak için üretimi artırma yolunu tercih etmemiz gerekiyor ama biz yine ilk tercih olarak gümrük vergilerini sıfırlamayı tercih ediyoruz. Önceliğimiz her zaman için üretime teşvik etmek olmalı.Zira topraklarımızın potansiyeli ve çiftçimizin kabiliyeti bu üretim açığını yok etmeye muktedirdir. Bunca yıl kolay olanı yani ithalat yolunu tercih ettik ve üretimi görmezden gelmemiz bize pahalıya mal oldu ve ciddi bir yağ üretim açığı ile karşı karşıyayız.Aslında krizin derecesini Ukrayna/Rusya savaşı ile ölçebildik. Ukrayna limanlarında mahsur kalan ham yağın ülkemize girmesi ile olayı biraz daha hafif atlattık lakin artık pabucun pahalı olduğunun herkes farkında.Üretemez ve dışa bağımlı olursanız,paranız olsa bile ürün bulamayacağınız zamanlar uzak değil. Bundan sebep bu iki kıymetli ürüne dikkat çekmek istedim. Hem yağ üretim açığımıza olumlu yönde katkıda bulunacak,hem nadasa bıraktığımız tarlalarımıza bu ürünleri ekebileceğiz hem de bu iki bitkinin üretiminin artması biyodizel üretimimize de katkı sunacak.Biyodizel konusunu biraz açalım

    Biyodizel :
    Kenevir, Hindistan cevizi, kanola, soya, ayçiçeği, evsel veya hayvansal yağların, metanol ve etanol gibi alkol türleriyle bir katalizör yardımıyla reaksiyonu sonucu elde edilen ürüne biyodizel denir. Biyo dizel kelimesinde “Biyo” kelimesi yakıtın biyolojik ve yenilenebilir olduğunu dizel kelimesi de dizel motorlarda kullanılan yakıtı ifade eder.İlk önce bitki ve hayvan kaynaklı yağlar, bir katalizör ile etanol, metanol gibi alkollerle tepkimeye sokulur. Bu proseste önce alkol ve katalizör karıştırılır. Ardında da bu karışıma bitkisel veya hayvansal yağlar eklenerek sistem atmosfere kapatılır ve tepkime başlatılır. Bu işlemlerin sonucunda biyodizel elde edilir. Sistemin atmosfere kapalı olması alkol kaybının önlenmesi için çok önemlidir. Reaksiyon sonucu biyodizel ve gliserin açığa çıkar. Gliserinin yoğunluğunun biyodizelin yoğunluğundan oldukça yüksek olması nedeniyle bu iki madde yer çekimi farkından birbirlerinden ayrılır. Gliserin ise damıtılarak saflığı %99’a çıkartılır ve ilaç ve kozmetik sektöründe kullanılır.Yani aspir,kanola,ayçiçeği gibi yağlı tohumlar üretimi yaparak sadece yağ ihtiyacınızı karşılamıyorsunuz,aynı zamanda yakıt üretimi de yapılıyor.Açığa çıkan gliserinin ise oldukça büyük müşteri ağı var.Siz yeterki üretin.
    Bir örnek vermek gerekirse, Malezya ve Endonezya en büyük palm yağı üreticileri.Kabaca yılda 20 milyon ton Malezya,40 milyon ton Endonezya palm yağı üretiyor ve bu miktar dünya palm yağı üretiminin %85 inden fazlasını oluşturuyor. Palm yağının başlıca kullanım alanları olan gıda ve kozmetik dışında biyoyakıt üretiminde de değerlendiriliyor.Petrol fiyatlarına da bağlı olmak kaydı ile,yakıt tüketiminin yoğun olduğu yaz aylarında dizel yakıtlarına palm biyodizel karıştırılıyor.Bir şekilde ürünlerini her aşamada kullanmak istiyorlar.Ayrıca, bitkisel ve hayvansal yağlardan kimyasal yöntemler kullanılarak üretilen biyodizel dizel motorlarda en çok tercih edilen biyoyakıttır.
    Tüm bunlara ek olarak,Kovid-19 döneminde ham yağ fiyatlarının tarihi seviyelere çıktığını gördük ve tarihte bu tür pandemilerden sonraki 10 yıl gıda kıtlığının yaşandığını test ettik. Yani henüz her şey bitmiş değil,daha yeni başlıyor. Bugün etkisini en çok hissettiğimiz iklim değişikliği hususunu es geçmemeliyiz. Yağışlar yeterli değil,ocak ayını bitiriyoruz ama hala kar yağmadı.Ocak ayında ekin sulayan çiftçiler var. Kovid-19 ile birlikte ülkelerin korumacı politikalar izlediğine şahit olduk,muhtemelen kuraklık etkileri ile birlikte uygulanan korumacı politikalarının devam edeceği,hatta dozunun bir tık artacağını söyleyebiliriz.
    Kuraklığın ve korumacı politikaların küresel gıda tedarikini zora sokacağı aşikar. Tek çare üretmek,kendi kendine yetebilmek. Aspir ve kanola gibi yağ açığımızı azaltabilecek ürünleri desteklemek suretiyle çiftçilerimiz tarafından ekilmesini teşvik etmeliyiz. Üretim açığımız olan her bir ürüne olabildiğince hassas yaklaşmalı,aynı zamanda üretimini çeşitlendirmeliyiz. Küresel gıda krizinin ülkemize etkilerini bertaraf etmek istiyorsak,daha çok üretmeliyiz. Başka çaresi yok…

    Devamını Oku

    SARIMSAK

    SARIMSAK
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    İÖ I. Ve II. yy’da Çin’de biliniyordu. Roma ve Yunan Medeniyetleri zamanında sarımsak yiyenlerin cesur olduğu söylenerek, askerlere savaş öncesi yedirilirdi. Mısır’lılar zamanında ilaç olarak kullanılmıştır.Bir diğer öğretiye göre de,Orta Asya’ya ve İran’ın kuzeydoğusuna özgüdür ancak birkaç bin yıllık insan tüketimi ve kullanımı geçmişi sebebiyle dünya çapında yaygın bir baharattır. Sarımsak, Antik Mısırlılar tarafından da bilinmekteydi ve hem gıda aroması hem de geleneksel ilaç olarak kullanılmıştı.
    Sarımsak hem besleyici değerleri hem de tıbbi özelliklerinden dolayı oldukça talep gören bir sebze türüdür. Bu nedenle sarımsağın son yıllarda fonksiyonel olarak kullanımı da artış göstermiş ve bu sayede sarımsağa yönelim dünya dış satımına da yansımıştır.
    Sarımsak Üretiminde Önemli Ülkeler

    SARIMSAK
    Ülkelere göre dünya sarımsak ihracatı

    SARIMSAK
    FAO verilerine göre dünyada 2019 yılında yaklaşık 23,3 milyon ton sarımsak üretimi ile ilk sırada yer alan Çin, aynı zamanda Dünya Ticaret verilerine göre dünya ihracatında %82,8 payla dünyanın en büyük sarımsak ihracatçısı olmuştur. Bu ülkede bu kadar yoğun üretim yapılmasının sebebinin Çin’in sarımsağın anavatanı sınırları içerisinde olması ile elverişli iklim ve toprak yapısından kaynaklandığı düşünülmektedir.
    2020 yılından beri devam eden COVID19 pandemisi ve birçok tüketicinin sarımsağın bağışıklık güçlendirici özelliklerine duyduğu güven nedeniyle ABD ve Avustralya gibi denizaşırı pazarlarda da sarımsak talebi önemli ölçüde artmıştır.

    2020-2025 Dünya Sarımsak Üretimi Tahmini

    SARIMSAK
    Yukarıdaki tabloda görüldüğü üzere, sarımsak üretim hacmi yıllık ortalama artışı oranına göre yapılan hesaplamada 2025 yılında toplam dünya sarımsak üretim hacminin 32,57 milyon ton olması beklenmektedir.

    TÜRKİYE
    Türkiye, iklim bakımından sarımsak yetiştiriciliğine uygun ülkelerden biri olmasına karşın, bu potansiyelini iyi değerlendirememektedir. Ülkemizde sarımsak üretim ve fiyat politikalarının oluşmaması nedeniyle, sarımsak fiyatlarında yıllara göre önemli dalgalanmalar olmaktadır. Ülkemiz taze sarımsakta ihracatçı, kuru ve kurutulmuş sarımsakta ise ithalatçı ülke konumunda bulunmaktadır. Sarımsak yetiştiriciliği, Türkiye’de hem kırsal nüfusun gelir düzeyinin artmasına, hem de dış satım yolu ile ülke ekonomisine döviz katkısı sağlayacak potansiyele sahip bulunmaktadır. TÜİK verilerine göre, son 10 yıl içerisinde kuru sarımsak üretimde %47,5, ekim alanında ise %36,6’lik bir artış meydana gelmiştir. 2020 yılında kuru sarımsakta dekara ortalama verim 922 kg olarak gerçekleşmiştir. Sarımsak veriminin en yüksek olduğu iller 1.200 kg ile Siirt, 1.103 kg ile Tokat ve 1.097 kg ile Kütahya olmuştur.
    Türkiye’nin sarımsak üretimi mevcut durumda artan nüfus yoğunluğuna bağlı olarak ve tüketim sahasının geniş olması sebebiyle kimi zaman talebi karşılayamamaktadır.
    Bu olumsuz durum ithalat yoluyla çözülmeye çalışılmaktadır.Son yıllarda özellikle Çin sarımsağına artan rağbet doğrultusunda Türkiye’de sarımsak ithalatındaki yükseliş dikkat çekmektedir.
    Türkiye’de 2020 yılında 117 bin ton kuru ve yaklaşık 20 bin ton taze olmak üzere 136 bin tonu aşan miktarda sarımsak üretimi gerçekleştirilmiştir. Sarımsak denildiğinde akla ilk gelen il Kastamonu 23 bin ton kuru sarımsak üretimi ile üretimde ilk sırada yer almıştır. Kastamonu’yu sırasıyla 22 bin ton üretimle Gaziantep, 14 bin ton üretimle Kahramanmaraş ve sırasıyla Aksaray, Tokat ve Konya izlemektedir. Türkiye’deki kuru sarımsak üretiminin %71,3’ü bu illerde gerçekleştirilmiştir.

    Sarımsak Dış Ticaret Gelişimi

    SARIMSAK

    Türkiye son 5 yıl içerisinde 2017 hariç tüm yıllarda sarımsak ticaretinde miktarsal olarak ihracatından daha çok ithalat yapmıştır. 2017 yılında miktarsal olarak ithalatın iki katından fazla ihracat yapılmasına rağmen alış satış fiyatları arasındaki fark nedeniyle tutar bazında 727.291$ dış ticaret açığı vermiştir.
    Gelişigüzel üretim yapmanın sonucunda ithalat/ihracat dengesinde anlamsız değişimler meydana geliyor. Aslına bakarsanız üretim ve tüketim dengede.Bazı yıllar üretim ve tüketim arasında çok küçük farklar oluşabiliyor.İşte rekolte kaybının yaşandığı yıllarda hemen ithalat silahına başvurmak yerine,uzun vadeli depolama alanlarının oluşturulması ile bir sonraki yıl olası üretim düşüşünün getirdiği ürün eksikliği depolardan karşılanabilir.Yukarıda da bahsettiğimiz gibi,coronavirus salgını sarımsak talebini artırdı ve öngörüler gösteriyor ki ilerleyen yıllarda sarımsak talebi artmaya devam edecek. Sarımsak üretiminin artık bir düzen içerisinde yapılmasını sağlamamız gerekiyor. Düşünün taşköprü(Araban da hiç fena değil) gibi tescilli ve kalitesi tartışılmaz ( dünyanın en iyisi ) bir ürüne sahibiz ama hala Çin’den sarımsak ithal edebiliyoruz.
    Taşköprü sarımsağı,içeriğinde manganez, B1, B6, C vitaminleri, kalsiyum, fosfor, bakır ve özellikle sadece Taşköprü Sarımsağında bulunan selenyum oranıyla kolesterol, tansiyon, kalp rahatsızlığı ve daha birçok hastalığın şifası için kullanılıyor.Elimizde bulunan bu eşsiz nimetin değerini artırmak yerine,ithal ettiğimiz Çin sarımsağını taşköprü sarımsağı diye satıyoruz. Bu sefer, yıllar arası afaki fiyat değişimleri yüzünden bazı çiftçiler sarımsak ekiminden uzaklaşıyor.Yani taşköprü sarımsağını katma değerli hale getirmemiz gerekirken,tamamen tarımından uzaklaştırıyoruz

    Bakınız İthal edip Taşköprü diye sattıkları Çin sarımsağı hakkında bazı bilgiler vereceğim :

    Kabukları adeta süt gibi beyaz ve parlaktır.Yerli sarımsak gibi kabukları darbe almadan pul pul dökülmez.Genellikle yerli sarımsağa göre daha büyüklerdir.Bir baş sarımsakta neredeyse 4-5 diş sarımsak bulunur.İthal sarımsağı ayıklamak çok kolaydır.Çin sarımsağının kokusu bir hayli azdır.Sarımsağı ağzınıza attığında keskin bir tat alamazsınız.
    Çin sarımsağı kimyasallarla beyazlatılmış olduğunu hususunu Avustralya Sarımsak Sanayicileri Derneğinden Henry Bell şöyle anlatıyor. “Çin’den sarımsak üretim aşamasında, çimlenmeyi durdurmak ve sarımsak beyazlatmak için, böceklerden korumak Amacıyla sürekli bitkiye kimyasallar püskürtülür. Ayrıca Sarımsak Arıtılmamış kanalizasyon artığıyla büyütülüyor. Bu kanalizasyon atıkları sarımsağın hızlı gelişimi içindir. Avustralyalı yetkililer, ithal ürünlerde yeterli bakteri testlerinin yapıldığına da inanmıyorlar.
    Çin sarımsağında ortaya çıkacak Ağır metil bromür ile fümigasyonun tespiti var mı.Oysa Metil bromür çok toksik ve tehlikelidir. Yüksek konsantrasyonlara maruz kalanlarda solunum ve merkezi sinir sistemi, hatta ölüme kadar götürür.BM’ye göre klordan 60 kat daha fazla zararlı CFC (kloroflorokarbonlar).Çin sarımsağı, aynı zamanda kurşun, sülfit ve diğer güvensiz bileşiklerle kirlenmiştir.(Kaynak : https://livingtraditionally.com/,https://www.theage.com.au/lifestyle/fresher-and-smellier-20050719-ge0j8o.html )
    İthal edip taşköprü sarımsağı diye satılan Çin sarımsağı,sadece turşuları bozmakla kalmayıp (bazı kullanıcıların turşularını bozduğu söyleniyor)insanların hayatına mal olabilir. Çoğumuz sadece paraya odaklıyız.Yerli ve kaliteli ürünlerimize sahip çıkmak yerine,cebimize girecek paraya odaklanıp sonunda halkı bile zehirleyebiliyoruz.
    Ama her şeye rağmen güzel işler de oluyor.Bursa’da bir tekstil firması,taşköprü sarımsağını fermantasyon süreciyle siyaha dönüştürüp yurtdışına satıyor.
    Bursa da tekstil fabrikası bulunan Murat Ilıman süreci şu şekilde anlatıyor :
    ‘’Üretimi Kastamonu Taşköprü’de yapıyoruz. Taşköprü toprağının içindeki selenyum miktarı fazla. Sarımsağın kendi iç vitaminini, kükürt ve selenyumu, besin değerlerini artıran tek yer Taşköprü olduğunu için üretimi burada gerçekleştiriyoruz. Yurt dışına da bu ürünü satarken Kastamonu Taşköprü’de yetiştiriyoruz dediğimiz zaman artısını görüyoruz.Çünkü herkes bu sarımsağın ününü biliyor. Güney Kore, Almanya, Çin, ABD, İngiltere gibi ülkeler Taşköprü sarımsağını çok seviyor. Biz bunu bu işe girdikten sonra anladık.Sarımsağı 1 ton kapasiteli fırınlarımıza koyuyoruz. 60-75 günde fermente ediyoruz. Bu süreç sonucunda sarımsak, 200 kilogram kadar kalıyor. Yani yüzde 80 fire veriyor. Biz bu fire olan kısmını da çöpe atmıyoruz. Bununla da sabun ve sarımsak tozu üretip, satıyoruz.”Sarımsağın kilogramı 25-30 lira arasında. Yurt dışına satacağımız zaman ise kilogramı 2 bin avroya kadar çıkabiliyor’’

    Bir taraf ithal sarımsak getirip elindeki paha biçilemez nimeti yok ediyor,diğeri ise o nimeti katma değerli hale getirip ülkeye döviz kazandırıyor.
    Aslında tüm bunların kişinin vizyonu ile de alakası var. Bundan 50 yıl sonra nerede olmak istediğimizi ve bunun için neler yapmamız gerektiğini iyi analiz etmemizde fayda var…

     

    Devamını Oku

    İNCİR

    İNCİR
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    İncir üretimi Anadolu’da çok eski dönemlere dayanan kültür meyveleri içinde en eski gelişme tarihine sahip meyvelerden biridir. İncirin anavatanı Türkiye olup, buradan Suriye, Filistin ve sonrasında Ortadoğu üzerinden Çin ve Hindistan’a yayılım göstermiştir. Taze ve kuru formda tüketilebilen incir içerisinde fosfor, kalsiyum, demir, magnezyum, B1 ve B2 vitaminleri bulundurması nedeni ile besin değeri açısından oldukça zengin bir meyvedir.
    Dünya incir üretim miktarı yıllara göre değişmekle birlikte, üretiminde fazla dalgalanma yaşanmamakta olup, üretimde her yıl birbirine yakın değerler elde edilmektedir.
    Dünya Yaş İncir Üretim Miktarı
    FAO( Food and Agriculture Organization ) verilerinin son altı yıllık ortalama değerlerine göre dünya incir üretiminin % 23,6’sını gerçekleştiren Türkiye, 310 bin ton ile ilk sırada yer almaktadır. %17,1’ini gerçekleştiren Mısır 225 bin ton ile ikinci sırada ve 153 bin ton ile üretimin %11,7’sini gerçekleştiren Fas üçüncü sırada yer almaktadır.
    Dünyada 2020 yılında toplam 171 bin tonluk incir ihracatı yapılmış olup, bunun 89 bin tonu Türkiye tarafından gerçekleştirilmiştir. Dünya ticaretinde üretimdeki yüksek paylarına rağmen Mısır ve Fas’ın yer almadığı görülmektedir. Mısır ve Fas’ın dünya ticaretindeki düşük seviyesi, üretilen incirin tamamına yakınının iç piyasada tüketilmesine bağlanmaktadır. İncir ihracatında Türkiye’yi %10,8 ile Afganistan, %6,4 ile Suudi Arabistan izlemektedir. Dünya toplam incir ithalatında Almanya ve Fransa 20 bin tonluk ithalatla ilk sırada yer alırken, 18 bin ton ile Hindistan ikinci sırada, 15 bin ton ile ABD üçüncü sırada yer almaktadır
    Yıllara göre değişmekle birlikte ortalama 115 bin ton civarında olan dünya kuru incir üretiminin yarısından fazlasını ülkemiz tarafından gerçekleştirilmektedir. Son 7 yıllık veriler incelendiğinde; 2017/2018 yılında 124.000 ton olan dünya kuru incir üretimi içerisinde % 65’lik payla birinci sırada yer alan ülkemizden sonra, % 12’lik payla İran ikinci, % 10’luk payla da İspanya üçüncü sırada yer almaktadır.

    Dünya Kuru İncir Üretim Miktarları
    Dünya kuru incir üretiminin % 15-20’si üretici ülkeler tarafından tüketilmekte olup, üretici ülkelerin iç tüketiminden arta kalan kısım ise ihracata konu olmaktadır. Yukarıda değindiğimiz üzere,dünya piyasalarında ihraç olunan kuru incirin %60’dan fazlası ülkemiz tarafından karşılanmaktadır. Dünya kuru incir üretiminde olduğu gibi, ihracatında da birinci sırada yer alan ülkemiz, bu konumu nedeni ile dünya fiyatlarını da önemli ölçüde etkilemektedir.

    TÜKETİM ALANLARI
    Kuru incirin çok çeşitli tüketim alanları mevcuttur. Kuru incir, uluslararası pazarlarda, çerezlik olarak tüketildiği gibi pasta imalatında, çeşitli yemeklerin yapımında, dilimlenmiş olarak ekmek imalatında, şekerli mamüller imalatında ve meyve karışımlarında kullanılmaktadır. Kalitesi düşük olanlardan pekmez, hurda incirlerden de etil alkol üretilmektedir. Etil alkolün üretimi esnasında ortaya çıkan incir çekirdekleri de boya, kozmetik ve ilaç sanayinde değerlendirilmektedir.

    TÜRKİYE

    Dünya’da gerek miktar gerekse kalite bakımından az sayıda önemli sayılabilecek incir üreticisi ülke vardır. Türkiye, dünyanın en büyük ve en kaliteli incir üreticisi olup, dünya taze incir üretiminin %23,6’sını, dünya kuru incir üretiminin %54,3’ünü gerçekleştirmektedir. İncir, yaklaşık olarak 30.000 çiftçi ailesinin yetiştiriciliği yaparak geçimini sağladığı ve sektörde 250.000 kişiye istihdam imkanı yaratan bir ürünümüzdür. Ülkemizde yoğun olarak Ege Bölgesinde yetiştiriciliği yapılmaktadır.

    Türkiye’de 2020 üretim döneminde 537 bin dekar alanda incir üretimi gerçekleşmiştir. İncir üretim alanında %69,4’lük paya sahip olan Aydın 373 bin da alan ile birinci sırada yer almaktadır. Yıllar itibarıyla ağaç sayıları incelendiğinde, son beş yılda meyve veren ağaç sayısı %7,0 artarak 2020 yılında 6,7 milyona, meyve vermeyen ağaç sayısı ise %19,6 artarak yaklaşık 1,2 milyona ulaşmıştır.
    2020 üretim döneminde Türkiye’de 320 bin ton incir üretimi gerçekleşmiştir. İncir üretiminde en önemli paya sahip olan Aydın 183 bin ton ile Türkiye üretiminin %57,3’ünü karşılamaktadır. Aydın’ı 19,5 bin tonluk üretim ile İzmir, 9,2 bin ton üretim ile Bursa takip etmektedir. İklim ve ekolojik koşulları nedeni ile Aydın ve İzmir’de üretilen incirin büyük bir kısmı kurutulurken, diğer illerin üretimi taze olarak değerlendirilmektedir. Ülkemizde üretilen çeşitler arasında en yaygın olan ve dünyaca tanınan, ekonomik değeri yüksek ve birinci sınıf standart çeşit Sarıloptur. Ülkemiz incir üretiminin %90’ından fazlasını Sarılop çeşidi incirler oluşturmaktadır.

    İHRACAT
    ‘’Ege İhracatçı Birliklerinden yapılan açıklamaya göre, 6 Ekim 2021 – 7 Ekim 2022’yi kapsayan ihraç sezonu 70 bin 647 ton ihracatla geride bırakıldı.
    Açıklamada görüşlerine yer verilen Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Başkanı Mehmet Ali Işık, Türkiye’nin dünya kuru incir ihracatının yüzde 60’ını tek başına gerçekleştirdiğini belirtti.Türk incirini 102 ülke insanına ulaştırdıklarını kaydeden Işık, 258 milyon dolarlık ihracatta Avrupa’nın yüzde 51 payı olduğunu aktardı.Işık, Amerika kıtasına yüzde 2,3 artışla 53 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirildiğini kaydederek, “Asya, Okyanusya ve Uzak Doğu ülkelerine yüzde 5,6 ivmeyle 30 milyon dolar, Orta Doğu ülkelerine yüzde 19 artışla 17 milyon dolar, Türk Cumhuriyetleri ve Slav ülkelerine 9,8 milyon dolarlık ihracat yaptık”sözlerini kullandı.’’
    Biliyoruz ki incir üretimi ve ihracatı konusunda ileri seviyedeyiz.Lakin alarm veren kısımlarda yok değil.Öncelikle hasat aşamasında dikkat etmemiz gereken hususlar var.İncir ağaçlarının usulüne uygun budanması, hasadın temiz ve hijyenik koşullarda yapılması, olgunlaşınca yere düşen incirlerin zamanında ve sık sık toplanması büyük önem arz etmektedir. Bunun yanında kurutma tezgâhlarının tahta ve temiz olması, kurutmanın tam olarak sağlanması küf oluşumu aflatoksinin(en önemli sorunumuz) bulaşmasını önlemek bakımından son derece önemlidir. İhracatta satılan incirin geri dönmesinin en büyük nedenini aflatoksindir. Bu konuda aflatoksin önleyici teknoloji ve tekniklerin çok iyi kullanılması, çiftçi ile incir işleme hatlarında çalışanların eğitimi de oldukça önemlidir.
    Bitirirken

    Bakıldığında 258 milyon dolarlık bir ihracatımız var,sevinsek mi üzülsek mi bilemedim. Alternatifi olmayan Aydın sarılop incir çeşidine sahip olduğumuzu düşündüğümde,rakamın son derece yetersiz olduğunu söylemek istiyorum.
    Ülkemizde üretilen incirin % 30’u taze olarak iç pazarda, % 70’i kuru incir olarak dış ve iç pazarda tüketilmektedir.. Kişi başına yıllık tüketim tahminen 200-250 gram civarındadır.Türkiye’nin yıllık kuru incir tüketim miktarı ise ortalama 6-8 bin ton olarak tahmin edilmektedir.Ülkemizde kişi başına düşen taze incir tüketimi ise 400- 600 gram civarındadır.Besin değeri ve sağlık açısından son derece önemli olan bu ürünün iç tüketiminin bu derece düşük olması bana göre bir handikaptır.Piyasaların dengelenmesi için mutlaka iç tüketimi artırmak önem arz ediyor.
    İhracat konusunda ise daha katma değerli yani işlenmiş ürün ihracatına ağırlık vermeliyiz.
    Bu sayede elimizde bulunan bu benzersiz nimeti hak ettiği değere ulaştırabiliriz.

    Devamını Oku

    BİYOLOJİK ZENGİNLİK

    BİYOLOJİK ZENGİNLİK
    0

    BEĞENDİM

    ABONE OL

    Ağırlıklı olarak yazılarımda ülkemizin üretim fazlası olan ürünlerine dikkat çekmeye çalışıyorum.Üretim fazlamız olan fındık,üzüm,antep fıstığı,incir,kayısı vb. bir çok ürünümüz başkaları tarafından da yazılıp çiziliyor ama dahası var.

    Ülkemiz ılıman kuşağın en zengin biyolojik çeşitliliğe sahip ülkelerinden biri.

    Dünyada bitki çeşitliliğinin en fazla olduğu yerler ekvator çevresidir. Buradaki ülkelerden sonra Türkiye, en çok bitki türü barındıran ülkedir.Avrupa Kıtası, Türkiye’nin yaklaşık 15 katı büyüklüğüne sahip olmasına rağmen, tüm Avrupa Kıtasında yaklaşık 12.000 bitki türü yer alırken Türkiye’de 12.000’den fazla bitki türü bulunmaktadır.Bana göre çok önemli bir ayrıntı ise;bitki türlerimizin 3700 kadarı (%30’u) endemik bitki çeşitlerinden oluşuyor.Avrupa’da Yunanistan 800 ile en fazla endemik türe sahip ülkedir.Ülkemiz tüm Avrupa’da bulunan bitki türlerinin % 75’ine sahiptir. Tüm bu yönleriyle Türkiye, biyolojik çeşitlilik bakımından bir kıta özelliği göstermekte olup dünyada eşsiz bir noktadadır.

    Türkiye’de bitki çeşitliliğinin fazla olmasının başlıca nedenleri farklı yeryüzü şekilleri, aynı anda farklı iklimlerin yaşanabilmesi, toprak çeşitliliği, konumu, floristik yapısı ve insan etkileridir.Türkiye yeryüzünün en önemli gen merkezlerinden biridir. 30’u aşkın bitki türünün anavatanı Türkiye’dir. Yapılan bilimsel araştırmalarla ülkemizde ortalama her 6 günde bir yeni bitki türü bulunmaktadır.

    Son yıllarda sıkça kullanılmaya başlanan bitki çeşitliliği kavramı, tarım, endüstri, tıp ve biyoteknoloji konularında en değerli kaynakları oluşturmakta ve gelecekte insanlığın sigortası durumundadır. Dünya nüfusunun % 90’ı 15 farklı bitki türü ile beslenmekte olup,başta gıda olmak üzere birçok alanda temel ihtiyaçların karşılanması noktasında eşsiz bir yere sahiptir.

    Tıpta kullanılan ilaçların yarısının kökenini yabani bitkiler oluşturmakta ve dünya nüfusunun yaklaşık % 80’i ilaçların ilk kaynağı olarak bitkileri kullanmaktadır.Yukarıda bahsettiğimiz üzere,ülkemiz biyoçeşitlilik bakımından en zengin ülkelerden bir tanesi,ancak bu bitkiler ilaç yapımında yeterli seviye değerlendirilemiyor.Avrupa’daki eczanelere baktığımızda % 70 ile %80 bitki kökenli ilaçlar satılıyor. Bu zenginliğe sahip olmamıza rağmen, ülkemizde bitkilerin ilaç yapımında kullanım oranı % 1 ile % 2 civarında.(Yrd. Dr. Murat Kürşat)
    Bir örnek vermek suretiyle, bitkisel ürünlerin ilerleyen dönemde hayatımızın tam ortasında olacağını anlatmaya çalışacağım :

    Ürünlerin adı inülin ve oligofruktoz.İnülin ve oligofruktoz; buğday, soğan, muz, sarımsak ve hindiba dahil olmak üzere bir dizi sebze ve bitkide bulunuyor.İnülin ve Oligofruktozun yaygın olarak elde edildiği hindiba dikkat çekmek istiyorum. Hindiba;Orta Avrupa, Güney Avrupa ülkelerinde birçok bölgede yetiştirilir. Ayrıca
    Balkanlarda ve ülkemizde Anadolu kesiminde de hemen hemen her yerde yetiştirilebilir.Yani doğada serbest halde bulunuyor.ilkbahar aylarında kırlarda çiçeklendiği görülebilir. Sarı çiçek açan türünün çiçeği kuruduktan sonra beyaz toz kümesi şeklinde bir hal alır.Bizim çoğumuzun tanımadığı bu bitkiden elde ettikleri iki ürün, gıdanın her aşamasında etkin bir şekilde kullanılıyor.

    İnülin üretim süreci, şeker pancarından ekstrakte edilen şekere oldukça benzerdir. Kökler tipik olarak hasat edilir, dilimlenir ve yıkanır. İnülin daha sonra bir sıcak su difüzyon işlemi kullanılarak kökten ekstrakte edilir,saflaştırılır ve kurutulur.

    Hem inülin hem de oligofruktoz, gıda ürünlerine lif eklemek için dünya çapında kullanılmaktadır. Diğer liflerden farklı olarak, “istenmeyen tatlara” sahip değildirler ve viskoziteye katkıda bulunmadan lif eklemek için kullanılabilirler.Gıdalara lif eklemenin görünmez bir yoludur.Oligofruktoz; tahıllarda, yoğurt için meyve preparatlarında, dondurulmuş tatlılarda, kurabiyelerde ve besleyici süt ürünlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır.İnülin ve oligofruktoz, birçok ülkede yağ veya şekerin yerini almak ve dondurma, süt ürünleri, şekerlemeler ve unlu mamuller gibi yiyeceklerin kalorilerini azaltmak için kullanılmıştır.Tipik karbonhidratlardan daha düşük kalori değerlerine sahiptir.
    Bu ürünlerin faydaları ve kullanım alanlarının çeşitliliği bu anlattıklarım ile sınırlı değil.Benim yerim sınırlı olduğu için burada kesiyorum.Gıdanın her aşamasında var ve ilerleyen dönemlerde daha farklı alanlarda da hayatımızda olacağı kesin.

    ENDEMİK BİTKİ :
    Bir diğer önemli ayrıntıyı biraz detaylandırmak istiyorum.Sahip olduğumuz bitki türlerimizin 3700 kadarı endemik bitki demiştik.

    Latince de endomos kelimesinden gelen yeryüzünün sadece belirli bölgelerinde yaşamını devam ettiren yaşam alanlarını sürdüren ve o ülkeye veya alana ait ender türler ve cinslerdir.

    BİYOLOJİK ZENGİNLİK

    Türkiye’nin endemik çeşitliliğinin bu kadar fazla olmasında coğrafi özelliklerin ve iklimin payı büyük. Üç kıta arasında bulunan Türkiye, bu kıtalarda etkili olan üç farklı flora alanının kesişim noktasında yer alıyor. Akdeniz Flora Alanı, Akdeniz ve Ege bölgelerinde; Avrupa-Sibirya Flora Alanı, Karadeniz ve Marmara bölgelerinde; İran-Turan Flora Alanı ise İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgelerinde yaşanıyor.
    Endemik türler, Türkiye’nin hemen hemen her bölgesine dağılıyor. Ancak, en fazla oranda görüldüğü bölgeler Akdeniz, Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Karadeniz bölgeleri.Endemik bitkilerin en çok yaşadığı şehir ise Antalya. Onu Mersin, Konya, Sivas, Kayseri ve Muğla izliyor. Bu türlerin az olduğu şehir ise Bartın.
    Yaklaşık 3700 endemik bitki arasında daha çok tanınan nadir türler de var. Örneğin Konya, Afyon, Isparta ve Kütahya illerinde görülen Kasnak Meşesi; Muğla ve Fethiye civarlarında görülen Sığla Ağacı; Yozgat, Kastamonu ile Doğu Anadolu illerinde görülebilen İspir Meşesi; Datça yarımadasında yetişen Datça Hurması; yalnızca Kazdağı’nda yetişen Kazdağı Göknarı; en çok Hakkâri ve Van bölgelerinde görülen Ters Lale bunlardan sadece birkaçı.Antalya Çiğdemi de sadece Türkiye’de görülebilen bitkiler arasında bulunuyor. Karadeniz Bölgesi’nde yetişen Kral Eğreltisi veya daha çok Manisa’da görülen Zambakgiller de Türkiye’nin önemli endemik bitkileri arasında bulunuyor.
    Son Söz
    Tarım dediğimiz zaman, buğday,arpa,mısır,fındık,üzüm,fıstık gibi tüm kesimler tarafından bilinen ürünlerin haberlere konu olduğunu görüyoruz.Tabii ki bu ürünlerde konuşulmalı,geliştirilmeli,üretimleri planlı ve sürdürülebilir hale getirilmeli,lakin tarım sadece bu ürünler ile sınırlandırılmamalı.Ülkemiz bitki çeşitliliğinin özellikle endemik türlerin korunması ve bu türlerin nesillerinin devamlılığının sağlanması için hepimizin yapabileceği şeyler var.Bunun için bakmak yeterli değil,onları tanımamız gerekiyor.Böylece sahip olduğumuz hazineyi koruyabiliriz.

    Devamını Oku