Yıl miladi 20 Nisan 571, günlerden Pazartesi. Sevgili Peygamberimizin (sav) dünyayı şereflendirdiği tarihi ve mübarek gece. Milli şairimiz M. Akif ERSOY şöyle der:
“On dört asır evvel yine böyle bir gece idi
Kumdan ayın ondördü bir öksüz çıkıverdi.”
Milli şairimiz M. Akif Sevgili Peygamberimizin (sav) doğumunu, karanlık gecede, ayın dolunay şeklinde doğmasına benzetmiştir
Bir başka şair;
“Ve mâ medahtü Muhemmeden bimekâletî
Velâkin medahtü mekâletî bi Muhammedin”
“Ben sözlerimle Hz. Muhammed’i (sav) methetmedim. Fakat O (sav) sözlerime mevzu teşkil ettiğinden dolayı benim sözlerim O’nunla güzelleşti!” der.
Merhum bayrak şairimiz Arif Nihat Asya’nın Naat’ındaki seslenişi ile seslensek Efendimiz (s.a.s)’e:
“Gel, ey Muhammed (s.a.s), bahardır…
Dudaklar ardında saklı aminlerimiz vardır…
Hacdan döner gibi gel; Mi’rac’dan iner gibi gel,
Bekliyoruz yıllardır!”
desek. Davet etsek O’nu günümüze. Eğitim hayatımızla, ailemizle, mahalle ortamımız ve komşuluk ilişkilerimizle ve ticaretimizle Efendimiz (s.a.s)’i karşılamaya hazır mıyız?
Günümüzde insanlığın asıl ızdırabı, kainatın efendisi Hz. Muhammed’i (S.A.V.) tam manası ile tanımamış, hakiki şahsiyetini bilememiş olmasından ve getirdiği, hayat bahşeden esaslara aşk ve şevk içinde kucak açmayışından gelmektedir. Dünyanın manevi sarsıntısı da, sıkıntısı da, huzursuzluk içinde bocalayışı da bundan doğmaktadır. Onu anlamadıkça, sevmedikçe ve hayat bahşeden prensiplerini kendisine rehber edinmedikçe de insanlığın bu sıkıntı, sarsıntı ve buhrandan kurtulması mümkün değildir. İnsanlık onu anlamak, onu sevmek ve hayat bahşeden esaslara aşk ve şevk içinde sarılmak zorundadır. Günümüz insanın kurtuluşu Kur’an dadır, Kur’an’ın yaşanmış tefsiri olan sünnettedir.
Hz. Peygamber bütün insanlığa gönderilmiş evrensel bir peygamberdir. Onun insanlığı aydınlatmak için Allah’tan aldığı vahiy yani Kur’an-ı Kerim de bütün insanlığı kapsayıcı evrensel bir niteliğe sahiptir. Mesela Kur’an; “Kim bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın (yani masum olan bir insanı) öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır.” (Maide 32) demekteyken, bu kucaklayıcı mesajın benzerini, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi yapısı ve yaşanabilirliği bozulmuş diğer ilahi karakterli dinlerde görmemekteyiz.
Hz. Peygamber’in gönderildiği toplumun özelliklerinin bilinmesi onun mesajının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Öncelikle Hz. Peygamber -özel olarak muhatap olduğu cahiliye Arap toplumu bazında düşünmek kaydıyla- karşında bilgisiz, cahil ve her anlamda geri kalmış bir topluluk bulmamıştır. Bu topluluk şiir ve edebiyat gibi alanlarında oldukça ileri düzeyde bulunmaktaydı. İslam öncesi Arap toplumuna “Cahiliye” sıfatının verilmesinin temel nedeni; bu kitlenin özellikle ahlaki, hukuki ve dini bir çöküş içinde olmasındandır. Bu durumu, bugünün bazı çağdaşlaşmış toplumlarının zenginlik ve refah içerisinde bulunmasına rağmen, ahlaki olarak geri kalmasına benzetebiliriz.
İnsanlığın yaratılışından gelen, utanma duygusu, ar, namus gibi toplumun olmazsa olmazları, cahiliye Arap toplumunda tamamen ortadan kalkmış, değersizleşmiş ve ulvi anlamlarını yitirmişti. Hz. Peygamberin bu topluma en büyük etkisi, ahlaki yozlaşma ile yaptığı mücadeledir. O, kendisinin sergilediği örnek yaşam ile muhataplarına yol göstermiş, bir insanın nasıl yaşaması gerektiğini de en güzel şekliyle göstermiştir. Yüce kitabımız Kur’an; “Ey Muhammed biz seni insanlığa güzel örnek olman için gönderdik” diyerek bu durumu desteklemektedir.
Cahiliye Arap toplumu kin ve nefret tohumlarını ekerek bütün insanlığı kirletmiş, maalesef hak, adalet ve eşitlik gibi temel insan haklarının hiç birisine değer vermemiştir. Bu toplumdaki bana göre en önemli yozlaşma cinsiyet ayrımcılığıdır. Özellikle kadınlar insan olarak dahi kabul görmemekteyken kız çocuğu doğuran bir kadın, toplum dışına itilmekte, kız babası olan bir erkek ise utancından insanların arasına çıkamamaktaydı. Daha da önemlisi kız bebekleri diri diri toprağa gömülmekteydi. “Onlardan birine kız evlat müjdelendiği zaman, öfkesinden ve üzüntüsünden yüzü kas kara kesilirdi.” (Nahl 58) Ayeti o dönemin toplum yapısını en net şekliyle yansıtmaktadır. Ayrıca kan davaları, aşiret savaşları, kölelik sistemi gibi birlikte yaşamayı engelleyen birçok toplumsal adaletsizlik, hukuki yozlaşmanın diğer nüveleri olarak sayılabilir. Bu hukuki ihlaller doğal olarak kutuplaşma, kamplaşma ve ötekileştirmeyi de beraberinde getirmiştir. Böyle bir toplumda birlikte yaşama kültürünün oluşmasının beklenmesi zaten mucize olurdu.
Kur’an, Cahiliye Arap toplumunu inançsal bağlamda “kafir” sıfatından ziyade, “müşrik” sıfatı ile tanımlamaktadır. Bu toplum Allah’a inanıyor olmasına rağmen, O’nunla beraber başka ilahları ona aracı kabul etmiştir. Ayrıca Cahiliye Arap toplumu, Yahudilik ve Hristiyanlık gibi diğer ilahi dinleri ve bu dinlerin Peygamberlerini yakından tanımaktaydı. Onlar Melekleri Allah’ın kızları olarak kabul etmekteydiler. Bu topluluğun inanç anlamında en büyük yanlışı Allah’ın birliği (tevhid) ilkesinden uzaklaşmış olmasıydı. Tevhid ilkesinden uzaklaşan bir toplum doğal olarak birlikte yaşama iradesini de kaybetmiş olacaktır. Bugünün dünyasında yaşayan toplumlar incelendiğinde, özellikle tevhid ilkesinden ayrılan İslam toplumlarının kendi içlerinde hizipleşmeye ve ayrışmaya gittikleri görülecektir. Kısacası Hz. Peygamber (S.A.V.) cahiliye Arap toplumunda müşriklik veya putperestlik olarak da tanımlanan bu yanlış inanca müdahale ederek, insanlığın özüne ve fıtratına uygun tevhid temeline dayanan İslami öğretiyi yeryüzünde tekrar hakim kılmak istemiştir.
Şimdi kendimize şunu soralım! “Hz. Muhammed (S.A.V.) kimdir?” Bu soruya verilen cevaplar incelendiğinde genel olarak; Peygamber Efendimiz’in kimlik bilgilerine (anne, baba, dede adları, eşleri, çocukları vb.) yer verildiği ya da Hz. Peygamber’in yaşadığı tarihsel sürecin ayrıntılarının (doğumu tarihiyle birlikte, yaptığı savaşlar, İslam coğrafyasının nasıl şekillendiği vb.) anlatıldığı görülecektir. Bu öğretim yöntemi başlangıç itibariyle tabi ki gerekli ve zorunludur. Fakat asıl öğrenmemiz ve öğretmemiz gereken hususlar başka yönlerdir. Onları da şu şekilde özetleyebiliriz.
Hz. Peygamber’in hayatını anlatmak ile Hz. Peygamber’i anlamanın ve anlatmanın birbirinden farklı olduğu da göz ardı edilmemelidir. Bana göre Hz. Peygamber’in kim olduğu sorusuna verilebilecek cevap: “O, vahyin ışığının karartıldığı bir dünyaya, ruhu ve bedeniyle ışık olan, insanlığını kaybetmiş bir topluluğa insanlığını tekrar hatırlatan, kısacası kalplerde ve zihniyetlerde tarifsiz bir devrim yapan, önce kul sonra elçi olduğunun farkında bir hayat yaşayan yegane şahsiyettir.”
Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in doğumunu kutlarken aynı zamanda, O’nun getirmiş olduğu evrensel mesajı, iman ve ibadet hayatını, yüce ahlakını, insan onurunu koruyan ilkelerini, kardeşlik hukukunu, birlik-beraberlik, eşitlik, yardımlaşma, adalet anlayışını da hatırlamalı, O’nun bizzat Rabbimiz tarafından övülen ahlakını örnek almalıyız.
Veladetini kutladığımız Efendimiz (s.a.s)’i hayatımız tam merkezine almayı ümmeti olarak Rabbim bizlere nasib eylesin. Komşunun komşudan emin olduğu Muhammmedü’l-Emin’in ona layık ümmmeti olmayı nasib eylesin. Aldatılırım endişesi olmadan gönül huzuru ile ticaret-alışveriş yapabilmeyi Rabbim bu ümmete nasib eylesin.
Dünya neye sahipse, Onun vergisidir hep
Medyun ona cemiyeti, medyun O’na ferdi
Medyundur O masuma bütün bir beşeriyyet
Ya Rab! Bizi mahşerde bu ikrar ile haşret!
EKONOMİ
31 Ekim 2024DÜNYA
31 Ekim 2024DÜNYA
31 Ekim 2024DÜNYA
31 Ekim 2024DÜNYA
31 Ekim 2024DÜNYA
31 Ekim 2024DÜNYA
31 Ekim 2024